Sıkça Sorulan Sorular

Sıkça sorduğunuz sorulara verdiğimiz cevaplar.

Tabi ki zararlı değildir. Hatta bu işlemi temel alan anabilim dalı dahi vardır. Diş taşları bütün dişeti hastalıklarının etken faktörüdür. Önemli olan diş taşlarını temizletmek değil, dişleri temiz tutmaktır. Çünkü diş taşı temizliği kozmetik bir iş değil, bir tedavi yöntemidir.
Bunun belirli bir süreci yoktur. Her hasta diş hekimince değerlendirilmelidir. Muayeneler ve kontroller arası geçirilen sürede amaç dişleri ve ağız dokularını temiz tutmaktır. Bunun yerine 6 ayda bir hekim kontrolü daha uygun bir öneri olacaktır.
Diş macunu konusunda bir hekimin herhangi bir markaya angajmanı etik olmayacaktır. Zaten önemli olanda hangi macunla temizlik yaptığınız değil, mekanik temizlik prosedürlerini ne ölçüde yerine getirdiğinizdir. Hekiminizin size marka önermemesi size bir şey kaybettirmeyecektir. Bilinen herhangi bir macun işinizi görecektir. Zira su ile yapılan fırçalamalar bile önemli ölçüde yeterlilik gösterebilir.
Kesinlikle evet. Diş ipi bize en çok yardımcı oral hijyen araçlarındandır. Diş fırçası ile ulaşamayacağımız diş arası bölgeleri, çürüklerin veya diş eti ile alakalı tüm hastalıkların genellikle başlangıç yeridir. Bilhassa çapraşık dişlerde durum daha da önem kazanır. Bu yüzden diş fırçalamaya ek olarak günde bir kere diş ipi kullanmakta fayda vardır
Dişeti hastalıkları, kısaca dişi çevreleyen dokuların iltihabı olarak kabul edilir. Genellikle ağrı vermezler. Bu da; kişinin dişeti hastalığının farkına geç varmasına sebebiyet verir. Sağlıklı dişeti pembe renkte, diş üzerine sıkı sıkıya yapışık ve bıçak sırtı gibi keskin sonlanan, kanamasız ve şişkin olmayan yapıdadır. Sağlığın bozulması ile öncelikle renk kırmızımsılaşır, diş eti hafif şişkinleşir ve diş üzerindeki sıkı sıkıya tutunma özelliğini yavaş yavaş kaybeder. Diş üzerindeki tutunma bölgeleri bıçak sırtı formundan uzaklaşır. Ağız kokusu oluşmaya başlar ama herşeyden önemlisi fırçalarken ve /veya tükürürken veya sert bir gıda ıssırırken kanama baş gösterir. Bu durumda hastanın yapması gereken, derhal bir diş hekimi yada bir dişeti uzmanından randevu almaktır. Aksi takdirde geri dönüşümsüz sonuçlar oluşabilir ve bu durum hastayı ve hekime güç durumda bırakır. Unutulmamalıdır ki dişi ağızda tutan, onu çevreleyen destek dokulardır. Destek dokuların kaybı dişin kaybı demek olacaktır
Dolgu maddesini seçerken diş hekimleri maddenin arka dişlerde çiğneme basıncına dayanabilmesini; ön dişlerde mümkün olduğunca fark edilmemesini; dişin pulpasına zarar vermemesini göz önüne alırlar. Siyah renkli amalgam dolguların sızdırmazlığı, çiğneme basıncına dayanıklılığı, uzun ömürlü oluşu avantajlardır. Dezavantajları ise estetik açıdan olumsuz rengi, kimyasal sertleşmesi ve nadir de olsa içeriğindeki cıvaya olan alerjidir. Beyaz renkli kompozit dolguların avantajları estetik başarı, fark edilmemesi ve ışınla sertleşmesi (sertleşmesi kısa zaman alır 2 saat gibi bekleme süresi gerekmez). Dezavantajları ise sızdırmazlığı amalgam kadar başarılı değildir, ömrü daha kısadır ve daha pahalıdır. Estetik kaygı çok önemli olmadıkça dolgu seçiminin tercihi diş hekimine bırakılmalıdır.
Sebebi diş gıcırdatma ve/veya diş sıkma alışkanlığıdır. Bruksizm (diş gıcırdatma) genellikle uyku esnasında oluşan güçlü çene hareketlerinin neden olduğu çeneleri sıkma, dişleri gıcırdatma olayıdır. Genellikle bu alışkanlığa sahip bireyler bundan habersizdir. . Diş gıcırdatmanın sebepleri; stres ve Malokluzyon (dişlerin diziliş ve sıralanışındaki bozukluklar) dır . Diş gıcırdatması sonucu ağız ve dokularında şu belirtiler görülebilir: Dişlerin çiğneyici yüzünde oluşan aşınma; Dişlerde kırılma; Dişlerde aşırı hassasiyet; Diş etinin geriye çekilmesi ve genellikle bununla birlikte oluşan dişin boynunda diş eti hizasında oluşan çentik şeklindeki aşınmalar; Dişlerde sallanma; Yanaklarda irritasyon (tahriş) ; Kas ağrısı; Baş ağrısı; Çene ekleminde ağrı. . Tedavi: Diş hekimi tarafından uygulanan "gece plağı", diş gıcırdatması semptomatik tedavisinde kullanılan en önemli araçtır. Bunun yanında bazı ek tedaviler de gerekmektedir. Stres terapisi; Rahat uyumayı sağlayıcı önlemler, Hatalı yapılmış diş dolgusu ve kaplamaların yenilenmesi, Eksik olan dişlerin yerine koyulabilmesi için protez uygulamaları.
Yapılan araştırmalara göre %30 oranında genetik bir yatkınlık vardır. Ayrıca ağız bakımının kötü olması ile başta dişeti hastalığı olmak üzere tüm çürüksel faaliyetlerin gelişme olasılığı 6 kat daha artar. Ailede dişeti problemi yada çürüğe yatkınlık olan bir kişi var ise dişlerinizi kaybetme durumu ile kalmamak için mutlaka bir dişhekimine muayene olunuz. Kalan dişlerinizi çektirmek konusunda ise söyleyebileceğimiz tek şey; kendi ana dişlerinizin çok değerli olduğu ve eğer kalan dişleriniz size yapılacak proteze engel teşkil etmeyecek ve ileride size sıkıntı yaratmayacaksa mutlak suretle tedavisinin yapılıp ağzınızda kalmasını sağlamak yapılacak en doğru şey olacaktır.
Diş eti hastalıklarının ilk ve en önemli belirtisi dişeti kanamasıdır. Dişetlerinde renk, şekil bozuklukları ve ağız kokusu ile kendini daha da belli eder. Sağlıklı dişeti gülkurusu açık pembe renktedir. Dişe ve kemiğe sıkıca yapışmış olup, portakal kabuğuna benzer parlak - pütürlü bir görünümü vardır. Dişeti hastalığının temel nedeni bakteri plağı denen dişe sıkıca tutunmuş, yapışkan saydam bir tabakadır. Tırnağınızla dişinizin üzerini kazıyarak plağı fark edebilirsiniz. Bakteri plağı kaldırılmazsa sertleşir ve diş taşı ya da tartar olarak isimlendirilen birikintiler oluşur. Plaktaki bakteriler tarafından üretilen toksinler (zararlı maddeler) dişetlerine zarar verir. Toksinler dişetlerinin etrafındaki destek dokularını yıkar, dişlerden uzaklaşır, oluşan periodontal ceplerde daha fazla bakteri plağı birikir. Periodontal hastalık geliştikçe cepler daha da derinleşir. Bakteri plağı dişlerin açığa çıkmış kök yüzeylerine yapışır. Dişlerin kemik desteği yok olur ve tedavi edilmeyen dişler sallanmaya başlar ve sonunda çekilmek zorunda kalırlar.
Çay ve kahvenin aşırı tüketilmesi dişlerde sarımsı kahverengi lekelere sebep olur. Bu estetik bir kayıp olarak algılanabilir. Netice olarak bu alanlar özellikle oral hijyeni yetersiz hastalarda diş taşlarının tutunacağı birikim bölgeleri haline gelir ve dişeti hastalıklarının oluşmasına katkı yapar. Mümkünse çay ve kahve tüketimi azaltılmalı, günde 2 defa dişler en az 2 dk süreyle fırçalanmalıdır.
Şekerli gıdalar fazla tüketildiğinde dişler üzerinden yeterince temizlenemez. Ağızda bulunan bakterilerden oluşan bakteri plağı şekerli yiyeceklerin ağızda kalan artıklarından asit oluşturur. Bu asitler, dişlerin mineral dokusunu çözerek dişin minesinin bozulmasına ve sonuçta da diş çürüğünün başlamasına neden olmaktadırlar.
Tedavi edilmeyen süt dişi çürükleri, ağrı, kötü koku, çiğneme zorluğu, beslenme bozukluğu ve çirkin görüntüye yol açar. Bu dönemdeki tedavi edilmeyen diş bozuklukları, ileride diş çarpıklığı, çene gelişiminde bozukluk ve genel sağlık problemlerine (romatizmadan kalp rahatsızlıklarına kadar) sebep olabilecektir. Dolayısıyla süt dişlerindeki çürükler, "nasıl olsa yerine yenileri gelecek" yanılgısına düşmeden tedavi edilmelidir. Süt dişlerindeki çürükler; ağrı ile çocuğun çok küçük yaşlarda tanışmasına ve gelecekte bazı fobileri olmasına neden olabilir. Ayrıca bu çürükler süt dişlerinin çok erken kaybına neden olabilir ve bu da süt dişlerin daimi dişlere sürme rehberliği yapmasına engel olur.
  1. İçten gelen renklenmeler: Travma, uygun yapılmayan kanal tedavileri, amalgam dolgular, çocukluk dönemindeki süt dişi iltihaplanmaları, tetrasiklin lekelenmeleri, aşırı flor alımına bağlı renklenmeler.
  2. Dış faktörlere bağlı lekelenmeler: Ağız hijyeni iyi olmayan hastalarda görülen renklenmeler, sigara, tütün, puro renklenmeleri, uzun süre "klorheksidin" gargaralarını kullananlarda sarı-kahverengi lekeler, yaşlanmayla beraber görülen lekelenmeler.
İşte nedenler: . Biyolojik yaşlılık: Bu etkili bir faktördür, tek başına etkili değildir. . Sistemik hastalıklar: Romatizmal hastalıklar(Sjogren's sendromu), Bağışıklık sistemi hasarı (AIDS), Hormonal bozukluklar (Şeker hatalığı), Nörolojik bozukluklar (Parkinson) . Çiğneme kabiliyetinin azalması: Eğer beslenme alışkanlıklarınızda sıvı ve yumuşak gıdalar ağırlıktaysa çiğneme fonksiyonu azalır. . Tükürük bezlerinin cerrahi olarak çıkarılması . Radyoterapi: (Radyasyon tükürük bezlerinde kalıcı hasar yapar) . İlaçlar: (400'ün üstünde ilaç türü ağız kuruluğu yapar: dekonjestanlar, diüretikler, tansiyon ilaçları antidepresanlar, antihistaminikler) . Kafein ve alkol tüketimi
Ağız kokusunun sebebi ölü bakterilerin atık maddesi olan ve volatile sülfür adı verilen bir gazdır. Nefeste oluşan kötü koku büyük oranda ağız içi kaynaklıdır. Ağız içi bir enfeksiyon, ilerlemiş bir dişeti hastalığı ya da sadece ağız içinde birkaç saatten fazla kalmış gıda artıklarına yerleşen bakteriler kokuya sebep olurlar. Kokuya sebep olan diğer sistemik problemler ise: Tonsilit, akciğer iltihabı, sinüzit, şeker hastalığı (aseton kokusu), mide bağırsak hastalıkları, böbrek yetmezliği (balıksı koku), karaciğer ve metabolizma bozukluklarıdır. Ağız kokusunun öncelikle sebebi teşhis edilmeli ve buna göre tedavisi yapılmalıdır. Ağız içi kaynaklı kokularda yapılması gerekenler ise Tüm çürükler tedavi edilir. Diş eti hastalığı tedavi edilir. Cepler ve diş taşları elimine edilir Gömülü ve yarı gömülü 20 yaş dişleri çekilir
Bunu önlemek için dişler, önce kuru fırçayla daha sonra macun sürülerek temizlenmeli. Diş fırçası kullanımdan önce ıslatılmamalıdır. Burundan derin nefes alıp kısa aralıklarla dişler fırçalanmalıdır. Çocuklar için yapılmış daha küçük başlı fırçaları kullanılmalıdır. Zamanla bulantı refleksi azalacaktır.
Kahvaltısını yaptıktan sonra dişlerini fırçalatıp öyle getiriniz. İğne, ağrı, diş çekimi gibi durumlardan bahsederek korkutmayınız. Çocuğunuzun uyku saatini randevu zamanına denk getirmeyiniz.
Total protezi kullanmak kolay değildir. Zira geç kalınmamışsa yani çene kemiği yapınız müsaitse, implantlardan destek alınarak yapılabilecek bir protez derdinize derman olabilir. Bu sebeple en yakın zamanda bir diş hekimine, bir cerrah yada bir protez uzmanına başvurmanız şiddetle tavsiye olunur. Gerekli ön tetkikler sonrası yapılabilecek uygun bir müdahale ile şu an kullandığınız damak protezden kurtulma şansınız oldukça yüksektir.
İmplantlar organizma için herhangi bir yan etkisi olmayan maddelerden üretilmiş ve yıllardır yapılan yoğun araştırmalar sonucu belirli bir düzeye gelmişlerdir. Doku uyumluluğu mükemmel olmakla beraber, başarısızlıklar genellikle hekim ya da hasta kaynaklı faktörlerle meydana gelir. Genellikle titanyumdan üretilen bu malzemelerin vücut tarafından, kalp ve böbrek transplantlarında olabildiği gibi reddetmesi mümkün değildir.
20 yaş dişleri, bulunduğu konum itibarı ile çürümeye yatkın, çoğu zaman fonksiyon dışında kalan ağzın en arkalarındaki dişlerdir. 'Mutlak suretle alınacaktır' diye bir kural olmadığı gibi %70 oranında problem yaratmaktalardır. Örneğin, ağızda yer bulamadığı için çıkamaması istemediğimiz bir hadisedir çünkü böyle bir durumda bulunduğu yerde fokal enfeksiyon kaynağı şeklinde davranması kuvvetle muhtemeldir. Bunun yanısıra ağız açma kapamada güçlük ve yandaki dişleri çapraşıklaştırmaya yönelik kuvvet uygulaması söz konusu olabilir. Bu yüzden bu konuyla ilgili hekim kontrolü şarttır.
Büyüme ve gelişim potansiyeli devam eden her hastaya her yaşta ortodontik tedavi uygulanabilir. Ancak her hastalığın, her vakanın, her ağız koşulunun olduğu gibi her yaşın kendine özgü bir takım dikkat edilmesi gereken şartları vardır. Bunları hekiminizden öğreniniz.
 Ortodonti sanatı, dişlerin muntazam bir şekilde, sağlıklı olarak ağızda dizilmesini hedefler. Ancak braketlerin varlığı bir takım temizleme güçlüklerini beraberinde getirir. Bu dönemde oral hijyen kriterlerine olması gerekenden daha fazla önem gösterilmelidir. Aksi takdirde dişler çok hızlı bir şekilde kaybetme periyodu içerisine girer ve tabir caiz ise 'kaş yaparken göz çıkarılmış' olur. Böyle bir durumda diş etleriniz ortodonti uzmanınız ile bir diş eti uzmanı tarafından aynı anda gözden geçirilmelidir.
Dişiniz her ağrıdığında antibiyotik kullanmanız doğru değildir. Biz diş hekimleri, hastada akut enfeksiyon durumu olmadığı sürece antibiyotik önermeyiz. Eğer dişiniz ağrıyorsa antibiyotik kullanımı yerine parasetamol gibi ağrı kesici ilaçları kullanıp, ağrı kaynağını saptamak ve tedavi etmek için en kısa sürede diş hekimine başvurmanız en doğru çözüm olacaktır. Unutmayınız ki, diş ağrıları için ağzınızı alkol, rakı ve kolonya gibi sıvılarla çalkalamak, bölgeye aspirin tablet koymak veya hidrolik yağı gibi uygunsuz ve alakasız kimyasallar uygulamak tamamen yanlış ve sakıncalıdır.
Doğal dişler çürük, dişeti hastalığı, kaza vs. gibi nedenlerle kaybedilebilir. İmplant tedavisiyle bu dişsiz boşluklara kişinin kendine aitmiş gibi yeniden “”diş” yapılabilir. İmplant tedavisi çene gelişimini tamamlamış ve genel sağlık durumu iyi olan her hastada uygulanabilir. Çok nadir görülen bazı sağlık problemlerine sahip hastalar dışında iyi ağız hijyenine sahip, diğer dental problemleri giderilmiş hastalarda implant tedavisi 35 yıldır %98’e varan başarı oranıyla uygulanmaktadır. Ayrıca son yıllarda görüntüleme ve ileri cerrahi tekniklerin gelişmesi implant için yetersiz kemik kavramını neredeyse geçersiz kılmıştır.
İmplant operasyonu sırasında ve sonrasında hastanın duyduğu ağrının seviyesi, diş çekimi işleminde hissedilen ağrıyla eşittir yani hasta açısından gayet konforlu bir operasyondur. Normal bir vakada bir implantın yerleştirilme süresi de yaklaşık 20-30 dk.dır.
İmplant tedavisinin en önemli avantajı, komşu doğal dişlere zarar verilmemesidir. Bunun yanında kemik erimesini engellemesi, yapılan protezleri hastanın kendi dişi gibi hissetmesi, genellikle çok basit ve kısa süren bir operasyonla işlemin tamamlanması da diğer önemli avantajları arasındadır. Ayrıca dental implantlar, doğal gülüşünüzü de geri kazanmaya yardımcı olurlar. Açıktır ki, güzel bir gülümseme özgüven, canlılık ve gençlik sunar.
  • Dişlerin çiğneyici yüzünde oluşan aşınma: Özellikle geceleri dişlerin birbirleri ile sürtünmesi sonucunda oluşan aşınma tüm dişlerde görülse de özellikle ön dişlerde daha çok görülür.
  • Dişlerde kırılma: Dişleri sıkma ve gıcırdatma sonucunda ön dişlerin köşelerinde arka dişlerin çıkıntılı kısımlarında mikro çatlaklar oluşur. Röntgen ile saptanamayan bu çatlaklar zamanla büyüyerek dişlerin kırılmasına neden olur.
  • Dişlerde aşırı hassasiyet: Dişlerin mine tabakalarının aşınmaları sonucunda genellikle soğuğa karşı hassasiyet gelişir. Ani diş sızlamaları başlar.
  • Diş etinin çekilmesi ve genellikle bununla birlikte oluşan dişin boynunda diş eti hizasında oluşan kama şeklindeki aşınmalar: Bu durumun oluşmasına neden olarak ilerleyen yaşa bağlı diş eti çekilmesi ya da aşırı baskı uygulanarak yapılan diş fırçalama gösterilse de bruksizm hastalığının dişlerde bu gibi oluşumlara neden olduğu bilinmelidir.
  • Dişlerde sallanma: Gıcırdatmanın uzun sürmesi sonucu dişlerin etrafındaki destek dokularda bir rezorpsiyon oluşur, bunun sonucunda dişler gevşeyerek sallanmaya başlar. Aşırı basınç dişleri saran kemik desteğinin kaybolmasına neden olur. Bu durumu telafi etmek için dişlerin kökleri hizasında ekstra kemik çıkıntıları gelişir.
  • Yanaklarda iritasyon (tahriş): Özellikle dişleri birbirlerine temas ettikleri kapanış çizgisi hizasında, yanağın iç kısmında çizgi ya da kabartı şeklinde fibröz bir oluşum meydana gelir. Bunun sonucunda sıklıkla yanak ısırma meydana gelebilir.
  • Kas ağrısı: Özellikle şakak ve yanak bölgesindeki kasların aşırı çalışması bu bölgelerde kas ağrısına neden olur.
  • Baş ağrısı: Oluşan kas ağrıları zaman zaman baş ağrısı şeklinde kendini gösterir.
  • Çene ekleminde ağrı: Çene eklemine aşırı yüklenilme nedeni ile eklemde ağrı, çıtırtı ve kenetlenme olabilmektedir.
  • Bu belirtiler diş gıcırdatmasının hemen başlangıcından itibaren ortaya çıkmaz. Olayın şiddetine ve süresine göre bazen yıllar sonra görülebilmektedir. Çoğunlukla belirtilerin tümü birden olmayabilir. Bazen çok az belirti gösterebilir.
Çene eklemi rahatsızlıklarının tedavisinde Reversibl Tedavi (Faz I) ve İrreversibl Tedavi (Faz II) aşamaları bulunmaktadır. Faz I tedaviler konservatif yaklaşımlardır ve oklüzal splint tedavisi, fizik tedavi, farmakolojik tedavi ve psikiyatrik tedavileri içerir. Oklüzal splint tedavisinde interoklüzal splint ve gece plağı kullanılır. Bu tedavide splintin oklüzyonunun doğru ayarlanması çok önemlidir. Böylelikle, hastada istenilen oklüzal ilişki, kondil pozisyonu ve dikey boyut elde edilmiş olur. Kas spazmları azalır ve oklüzal yükler dengeli dağılmış olur. Ayrıca bu splint tedavisi hastanın durumunun farkına varmasını sağlamaktadır. Dişlerde parafonksiyonel hareketler sonucunda abrazyon oluşumunu engellemek amacıyla gece plağı kullanım endikasyonu bulunmaktadır. Fizik tedavi yöntemleri arasında masaj, eklem distraksiyonu, egzersiz, termoterapi, iyontoforezis, elektroterapi, soğuk tedavisi, akupunktur, lazer tedavisi gibi seçenekler bulunmaktadır. Farmakolojik tedavide nonsteroid antienflamatuar ilaçların etkili olduğu bilinmektedir. Ayrıca kortikosteroidler ve kas gevşetici ilaçlar da ağrıyı geçirmede kullanılmaktadır. Antidepresanlar rahatsızlığın psikiyatrik boyutu üzerinde etkilidir. Ancak farmakolojik tedavi türleri tek başına, rahatsızlığın kalıcı tedavisini sağlamaz. Psikiyatrik destek tedavisi de multidisipliner tedavi yaklaşımı içinde yerini almıştır. Faz II tedaviler ise geri dönüşümü olmayan tedavilerdir. Bu gruptaki tedavi yöntemleri, oklüzal iyileştirme (selektif mölleme, protetik tedavi, ortodontik tedavi), ortognatik cerrahi ve çene eklemi cerrahisidir. Çene eklemi cerrahisinde çeşitli tedavi yöntemleri kullanılmaktadır. Bunlardan artrosentez, eklem boşluğundaki eklemin hareketine izin vermeyen doku yapışıklıklarının serbestleştirilmesi ve çene ekleminin serumla yıkanması işlemidir. Artroskopi ise eklem boşluğuna ince kanüller vasıtası ile girilerek kamera ile eklem boşluğunun görülerek tedavisinin yapılmasıdır. Çene ankilozu, eklem deformasyonları veya eklemde kitle gibi durumlarda ise açık cerrahi işlemler yapılmaktadır. Çene eklemi ağrılarının en büyük sebebi günlük hayatta karşılaşılan streslerdir. Bu ağrıların giderilmesi için hangi tedavi yapılırsa yapılsın öncelikle stresten uzak durmak gerekmektedir.
Ağız kuruluğu tükürük bezlerinin tükürük salgılama fonksiyonlarının azalması sonucunda oluşur. Tükürük salgısındaki azalma ise ağızda oldukça ciddi sorunların oluşmasına yol açabilmektedir. Bakteri plağı ve yiyecek artıkları dişler üzerinde kolayca birikerek dişlerde çürüklere ve ağızda yaralara neden olabilir.

Sebepleri

  • Yaşlılık: Bu durum tek başına olmasa da etkili bir faktördür.
  • Sistemik hastalıklar: Romatizmal hastalıklar(Sjogren's sendromu, sistemik lupus eritematozus, skleroderma), Bağışıklık sistemi hastalıkları (AIDS), Hormonal bozukluklar (Şeker hastalığı), Nörolojik bozukluklar (Parkinson)
  • Çiğneme kabiliyetinin azalması: Çiğneme fonksiyonunun azalmasına neden olan sıvı ve yumuşak gıdalarla beslenme de ağız kuruluğuna yol açabilir.
  • Operasyon: Tükürük bezlerinin herhangi bir sebeple cerrahi olarak çıkarılması
  • Radyoterapi: Özellikle onkoloji hastalarına uygulanması sonucunda tükürük bezlerinde kalıcı hasar yapar.
  • İlaçlar: Dekonjestanlar, diüretikler, tansiyon ilaçları, antidepresanlar, antihistaminikler gibi birçok ilaç ağız kuruluğu yapar.
  • Kafein ve alkolün fazla miktarda tüketimi

Ağız kuruluğunun belirtileri nelerdir?

  • Sık sık susama hissi
  • Dudaklarda kuruluğa bağlı çatlaklar ve kuruluk
  • Dilde yanma hissi
  • Kötü ağız kokusu
  • Özellikle kuru yiyecekleri yeme güçlüğü
  • Konuşma güçlüğü
  • Tat alma bozukluğu
  • Protez kullanmada zorluk

Ağız kuruluğunun önlenmesi ve tedavisi nasıldır?

  • Sık sık azar azar su içmeli, gece yatarken yanında su bulundurulmalı
  • Şekersiz sakız çiğnenmeli
  • Sigara, alkol, şekerli yiyeceklerden uzak durulmalı
  • Yaşanılan ortamın nemi ayarlanmalı
  • Bakteri plağı kontrol altına alınmalı
  • Floridli diş macunu, jel, gargara kullanılmalı
  • C vitamini kullanılmalı
  • Yapay tükürükler kullanılabilir
  • İçeriğinde alkol ve sodyum lauryl sülfat bulunan ağız ve diş bakım ürünlerini kullanmamak gerekir.
  • Xerostomia, ciddi ağız rahatsızlıklarına yol açabilir; ihmal edilmemelidir.
Ağız kanserlerinin genellikle 45 yaşın üzerinde ortaya çıkar ve erkeklerde oluşma olasılığı kadınlara oranla 2 kat fazladır. Ağız kanserlerinin oluştuğu bölgeler sıklıkla; ağız tabanı, dil, dil köküne yakın yumuşak damak alanları, dudaklar ve dişetleridir. Ağız kanserleri erken dönemde teşhis edilerek tedavi sağlanmazsa yayılarak sürekli ağrı, fonksiyon kaybı, tedavi sonrası düzeltilmesi mümkün olmayan yüz ve ağız deformiteleri, hatta ölümlere neden olabilir. Dişhekimine düzenli aralıklarla gidilmesi ağız kanserlerinin erken dönemde yakalanması açısından oldukça önemlidir.
Ağız kanserlerinin nedeni tam olarak bilinmemekle birlikte, tütün ürünleri, alkol ve bazı besinlerdeki kansere neden olan maddeler ve fazla güneş ışığına maruz kalınması gibi faktörlerin ağız kanseri riskini arttırdığı bildirilmiştir. Ayrıca hareketli protez kullanan kişilerde oluşan kronik protez vurukları da ağız kanserlerine sebep olabilir. Bunlardan başka genetik yatkınlığın da ağız kanserlerinin oluşmasında önemli bir rolünün olduğu bilinmektedir.
Ağız içinde veya etrafında beyaz veya kırmızı renkli lezyonlar, uzun süre iyileşmeyen ağız yaraları, ağız içinde hassas, tahriş olmuş, kabarık veya kalınlaşmış alanların olması, ağızda veya boğazda tekrarlayan kanamalar, seste boğukluk veya boğazda yutulamayan cisim hissi, dil ve çene hareketlerinde zorlanma, çiğneme ve yutma güçlüğü, dil veya ağzın diğer bölgelerinde uyuşukluk ve his kaybı, alt veya üst çenede meydana gelen şişlikler ve bunun sonucu mevcut protez uyumunun bozulması ağız kanserlerinin belirtileri olabilir. Ağız kanserleri başlangıçta ağrısızdır, ilerleyen dönemlerde ise ilerleyerek sağlıklı ağız dokularında harabiyet oluşturdukça ağrı şikayeti de başlar. Kişinin ağız kanserini kendisinin fark etmesi güç olabilir. Bu nedenle düzenli olarak dişhekimine gidilmesi ağız kanserlerinin erken tanısında son derece önemlidir.
Modern diş hekimliğinin amacı; diş kayıplarının mümkün olduğu kadar önüne geçmek ve doğal dişleri ağızda tutmaktır. Çünkü; tek bir dişin kaybı bile genel diş sağlığı ve görünümde olumsuz değişikliklere neden olmaktadır. Bu nedenle iltihabın veya kistin büyüklüğüne göre dişin kök ucunda oluşan bu patolojik dokuların uzaklaştırılması işlemi olan apikal rezeksiyon operasyonu yapılarak dişler daha uzun süre ağızda tutulmaya çalışılı
Bazı kişiler diş çürümelerini önemli bir sorun olarak görmezler. Ancak, zamanında ve doğru şekilde müdahale edilmediğinde, daha çok sorun yaratan bir duruma yol açabilir. Çürüğün ilerlemesi ile bakteriler dişin özüne ulaşarak enfekte olmasına neden olurlar. Enfeksiyon dişin köküne ve çevre dokulara yayılarak abse olarak bilinen şişliklere neden olurlar. Enfeksiyonun kemiğe ulaşarak yumuşak dokularda şişme yapması sonucunda şiddetli ağrı oluşur ve hemen müdahale edilmezse dişin kaybedilmesi kaçınılmaz olur.
Diş etrafındaki çene kemiğinin çok yoğun olduğu ya da dişetinin çok kalın olduğu durumlarda, çene kavsinin dar olması nedeniyle dişin sürecek yer bulamaması halinde, süt dişlerinin erken kaybı sonucu ya da bazı hastalıklara bağlı olarak sürememiş ve dişetinin altında, kemik içinde kalmış dişlere gömük diş denir. Bu dişler abseye neden oluyorlarsa, ağrı yapıyorlarsa, dişin büyüklüğü ve konumu çene kırığı riski taşıyacak kadar kemiğin incelmesine neden oluyorsa, tümör ya da kist ile birlikteyse ve komşu dişin çürümesine yol açıyorsa çekilmeleri gerekir. Sürme zamanı geldiği halde çeşitli nedenlerle ağızda yerini alamayan dişlere " gömülü dişler" denir. Üçüncü büyük azı dişleri ( yirmi yaş dişleri veya akıl dişleri olarak da bilinir ), en sık rastlanan gömülü dişlerdendir. Üçüncü azı dişlerinin sürebilmesi için ağızda yer bulunmuyorsa ve kişi 25 yaşına geldiği halde halen sürmemişse, " gömülü " olarak değerlendirilirler. Bazen de bu dişler kısmen sürer, ancak hiçbir zaman tam yüksekliğe ulaşamazlar. Üçüncü azılarınız henüz sürmemişse, dişhekiminizi ziyaret ederek durum hakkında bilgi edinebilir ve gömülü kalan dişlerin neden olabildiği ağrı, şişme, enfeksiyon, çürük ve dişeti hastalıkları gibi bazı problemler ortaya çıkmadan etken dişin çekilmesini sağlayabilirsiniz
  • Ağrıyan dişin üzerine kesinlikle herhangi bir ağrı kesici ilaç veya alkol gibi kimyasal maddeler uygulanmamalıdır. Kimyasal yapıları sebebi ile bu gibi maddeler dişetinde ve çevredeki yumuşak dokularda kimyasal yanıklara sebep olabilmektedir.
  • Ağrıyan dişler fırçalanarak üzerinde birikmiş olan gıda artıkları diş üzerinden uzaklaştırılmalıdır.
  • Ağrının hafifletilmesi için diş hekimine gitmeden önce bir ağrı kesici ilaç alınabilir.
  • Eğer yüzde bir şişlik oluşmuşsa o bölgeye soğuk kompres yaparak ağrının hafifletilmesi sağlanabilir.
  • Bu önlemlerle birlikte zaman kaybetmeden diş hekimine müracaat edilmelidir
Pulpada enfeksiyon ya da kalıcı bir hasar varsa kanal tedavisine gerek duyulur. Tedavi edilmemiş çürükler pulpa enfeksiyonuna neden olabilir. Diş minesi ve dentin çürük nedeni ile kök kanalına kadar madde kaybına uğrar ve çürük nedeniyle oluşan bakteri pulpada enfeksiyon oluşumuna neden olur. Dişin iç kısmında bulunan bu enfeksiyonlar için antibiyotikler dişte ve çevresinde oluşan iltihabı ortadan kaldırmakta etkili değildir. Pulpada bulunan iltihap ağrıya neden olabilir. Meydana gelen enfeksiyon tedavi edilmezse apse oluşumuna ve dişi çevreleyen kemikte zarara neden olabilir. Kanal tedavisinin amacı dişi, enfekte olmuş ya da zarar görmüş pulpayı çıkartarak kurtarmak ve herhangi bir iltihabı tedavi etmek boş kanalları özel bir dolgu maddesi ile doldurmaktır. Eğer kanal tedavisi yapılmazsa dişin çekilmesi gerekebilir. Doğal dişi korumak her zaman tercih edilir. Bir ya da daha fazla diş eksikliği komşu dişlerin yer değiştirmesine, duruş şeklinin bozulmasına sebep olabilir. Ayrıca doğal dişleri korumak implant ve köprüler gibi pahalı ve derin tedavilerin uygulamasını gerektirmez
Çene eklemi rahatsızlıklarının teşhisi için ayrıntılı bir muayene şarttır. Klinik ve radyolojik muayenelerin yanında, gerekli olduğunda serolojik testlerden de yararlanılabilinir. Doğru teşhis için hastanın ağız içi ve ağız dışı muayenesi dikkatlice gerçekleştirilmelidir. Hastadan anamnez alınmasını takiben oral muayene yapılır. Dişler ve dişleri çevreleyen dokuların rutin muayenesinin dışında, oklüzal incelemelerin de yapılması önemlidir.

Bu incelemelerde şu belirtiler araştırılır

  • Ağzı açıp kapatırken klik, takırtı sesi
  • Kulaklarda çınlama
  • Baş ağrısı
  • Çenenin limitli açılması veya kilitlenmesi
  • Boyunda ağrı veya sertlik
  • Çiğnerken ağrı
  • Yüzde ağrı
  • Dişleri birbiri üstüne kapatırken ağrı
  • Çiğnerken çenede yorgunluk
  • Esnemede zorluk
  • Sert yiyecekler yerken çenenin kilitlenmesi veya ağrı.
Antibiyotikler yalnızca kısa bir süre için rahatlama sağlayabilirler. Toplumumuzda bilinçsiz ve çok çeşitli antibiyotik kullanımı yaygın olduğundan, alınan antibiyotikler şikayetlere yol açan mikroorganizmalara her zaman etki etmeyebilir. Üstelik etkili olsalar bile, gerçek problemi ortadan kaldıramazlar. Diğer bir deyişle, antibiyotik alınsa da probleme yol açan diş hala ağızdadır